21 Eylül 2008 Pazar

Pankreatit

PANKREAS İLTİHABI (PANKREATİT)

(Pankreas iltihabı pankreatit olarak adlandırılır. Hastalığın akut ve kronik biçimleri vardır.
AKUT -^ PANKREAS İLTİHABI
Akut kanamalı pankreas iltihabı, pank­reasta yaygın kanama odakları ile hüc­relerde şişme ve yıkımla kısa sürede or­taya çıkar; bunların yanı sıra ani ağrılar görülür. Hastalığa pankreas hücreleri­nin dışına çıkarak organı sindiren en­zimler neden olur. Normal olarak pank­reas hücreleri enzimlerden korunmuş­tur. Enzimler üretildiklerinde etkin de­ğildirler; etkinleşseler de dokulara zarar vermezler. Ayrıca, pankreas hücrelerin­de üretilen antienzimler, enzimlerin or­ganı sindirmesini engeller. Ne var ki, bu koruyucu sistem kimi zaman etkisini gösteremez ve akut pankreas iltihabı oluşur; bu hastalığın kesin nedeni he­nüz bilinmemektedir.
Hastalığa en sık (yüzde 33-75) yol açan nedenlerden biri safrakesesi taşla­ndır. Safra taşlarının, safranın bağırsa­ğa akmasını engellediği ve safranın pankreasa dolup burada bilinmeyen bir mekanizmayla enzimleri etkin hale ge­tirdiği sanılmaktadır. Mide-bağırsak sisteminde kronik iltihaplanmaya neden olan aşırı yağlı beslenme ve alkol alış­kanlığının da hastalığın ortaya çıkışını kolaylaştırdığı sanılmaktadır. Akut pankreas iltihabı genellikle aşırı yemek ya da aşırı alkol alımından sonra ortaya çıkar. Bazı karın ameliyatları, bazı kalp ve damar hastalıkları, şeker hasta­lığı, onikiparmakbağırsağı ülseri, tükü­rük bezi iltihabı, hepatit, hiperlipemi (kandaki yağların artması) gibi durum­lar da pankreas iltihabı oluşumunu ko­laylaştırır.
Belirtileri
Belirtilerin şiddeti değişkendir; akut ve ağır olguların yanı sıra belirtilerin hafif olduğu olgular da vardır.
Klinik tablo oldukça ağırdır. Önde gelen belirti şiddetle artan ve 48 saat kadar süren ağrıdır. Ağrı, bıçak saplan­masına ya da mide civarında şiddetli bir baskıya benzeyebilir; buradan sağa, so­la ve sırta yayılabilir. Hasta ağrıyı din­dirmek için bacaklarını göğsüne toplar ve hareketsiz kain*.
Akut pankreas iltihabının önemli be­lirtilerinden biri de Önüne geçilemeyen şiddetli kusmalardır. Kusma, ağrıyla ay­nı zamanda ortaya çıkar ve genellikle 48 saat sürer. Hasta şiddetli ağrıya ne­den olan diyafram hareketlerini olabil­diğince kısıtlamaya çalıştığından güç ve sık soluk alıp verir. Bağırsak hareketleri refleks olarak tümüyle durabilir ve bu durum ağır sonuçlara yol açar.
Akut pankreas iltihabında ortaya çı­kan ağır bir tablo da dolaşım şokudur: Doku yıkımına uğrayan pankreastan do­laşıma geçen zehirli maddeler ve ağrı nedeniyle kan basıncı yaşamı tehdit edecek kadar düşer. Bunların yanı sıra, ender de olsa, Langerhans adacık hücre­lerinin örselenmesine bağlı olarak şeker hastalığı belirtileri görülebilir.
” İNCELEMELER”
Akut ve kronik pankreas iltihabında radyolojik incelemelerle önemli bilgiler edinilebilir. Bu yöntemle pankreastaki kireçlenmeler, bağırsağın pankreas ba­şını saran bölümündeki (onikiparmak-bağırsağı) değişimler ya da safra yolla­rının pankreasta rahatsızlığa yol açabi-len değişimleri gösterilebilir. Endosko-pi ile pankreas kanallarına ulaşılabilir; bu kanallara kontrast madde verilerek, kanalların yapısı ve bu yapıyı bozan de­ğişiklikler saptanabilir. Akut pankreas iltihabı tanısında kanda, idrarda ve pa-rasentezle kaim boşluğundan alınan ka­rın zan sıvısında pankreasın amilaz en­zimi düzeyinin saptanması yararlıdır. Kronik pankreas iltihabında dışkıda sindirilmemiş yağ olup olmadığının saptanması için dışkının mikroskopla ve kimyasal yöntemlerle incelenmesi gerekir. Pankreas iltihabının ileri evre­lerinde rastlanan dışkıda yağ, pankrea­sın yetersiz işlev gördüğünü gösterir. Pankreas yetmezliği onikiparmakbağır-sağı salgısından alınan örnekle de belir­lenebilir. Bunun gibi, pankreasta insü-lin üreten Langerhans adacıkları hücre­lerinin örselenip örselenmediğini anla­mak için glikoz tolerans testi (şeker yükleme testi) yapılabilir.
Tam
Başta amilaz olmak üzere kanda pank­reas enzimlerinin artması belirleyici olsa da, pankreas iltihabı tanısı koymak kolay değildir. Ağrı, mide-onikipar-makbağırsağı ülseri, safra taşı ve bazı olgularda enfarktüste görülen ağrılarla karışabilir. Pankreasın yakın çevresinde birçok organ olması tanı koymayı güç­leştirir. Tam konduktan sonra, İltihabın nedenleri araştırılmalıdır.
Tedavi
Akut pankreas iltihabı 1930′lara değin cerrahi girişimle tedavi edilirdi. Günü­müzde zengin tam araçları ve tedavi olanakları sayesinde yeni bir anlayışa ulaşmıştır. Bugün akut pankreas iltiha­bında yalnızca tıbbı tedavi uygulan­maktadır; ölüm oranı yüzde 30-40′a dü­şürülmüştür.
Tıbbi tedavi mide salgısının sonda ile aralıksız olarak dışan çekilmesiyle başlar. Midedeki asitin boşaltılmasıyla, pankreasın enzim üretimini uyaran hor­monların (sekretin ve pankreozimin) salgılanması önlenir. Ağrı kesici olarak morfin türevi olmayan ilaçlar kullanılır.
Son yıllarda tedavide kullanılan an-tienzimler, en önemli sindirim enzimle­rinin etkisini engeller ve bu enzimlerin pankreası örselemesini önler. Çünkü bu enzimler etkin hale gelince pankreas hücreleri yıkıma uğrar ve sonuçta başka enzimler ile bunları etkinleştiren mad­deler salgılanır. Ayrıca sürekli glikojen verilmesinin pankreastaki enzim üreti­mini azalttığı düşünülmektedir.
Yem tedavi yöntemlerinin ne kadar başarılı olduğu henüz belirlenmemiştir. Ağır olgularda şok olursa buna yönelik tedavi uygulanması ve cerrahi girişim gereklidir.
Pankreasın tümüyle zedelendiği ağır olgularda, ölüm oranı oldukça yüksek­tir; zamanında tedaviye başlayarak bu oran düşürülebilir.
KRONİK PANKREAS İLTİHABI
Kronik pankreas iltihabı, pankreas do­kusunun yıkımı ve pankreasta bağdoku-sunun sertleşmesiyle ortaya çıkar. Ya­vaş yavaş kronikleşen ya da yineleyen akut dönemlerle ilerleyen hastalık iler­leyici pankreas yetmezliğine neden olur.
Kronik pankreas iltihabının neden­leri yapı ve köken açısından çok farklı olabilir; klinikte birincil ve ikincil tiple­ri vardır. İkincil olanlar mide-oniki-parmakbağırsağı iltihabı, mide-oniki-parmakbağırsağı ülseri, safrakesesi ilti­habı ve taşları, kronik hepatit ya da si­roza bağlı olabilir. İyileşmeyen akut pankreas iltihabı giderek kronikleşir ve zaman zaman yinelenen akut nöbetlere yol açabilir.
Nedenleri
Enfeksiyon etkeni bakteri, virüs ve asa­laklar kronik pankreas iltihabı nedenleri arasında yer alır. Ayrıca bazı safra yol­lan hastalıkları pankreas salgısının akı­şını engelleyerek pankreası zedeleyebi­lir. Örneğin, pankreas kanalının kasıl­ması nedeniyle safra taşının kanalı tıka­ması, pankreas salgısının bağırsağa akı­şını önleyebilir.
Yineleyen kronik pankreas iltihabı­nın en sık rastlanan nedenlerinden biri kronik alkolizmdir. Tüm kronik pankre­as iltihabı olgularının yüzde 50’sine ya­lanı aşırı alkol nedeniyle ortaya çıkar. Bu olgularda alkolün yanı sıra sindirim sisteminin işlevsel ve organik bozuk­lukları ile dengesiz beslenmenin de rolü olabilir. Ayrıca, lipit ve demir metabo­lizması bozukluklanyla ortaya çıkan pankreas iltihabı olguları da vardır.
Belirtileri
Kronik pankreas iltihabı, hemen her za­man sindirim sistemi ya da safra yolları hastalıklarıyla birlikte görülür. Bu ne­denle belirtiler çok değişkendir. Kronik pankreas iltihabını düşündüren belirti­ler arasında ağrı, sindirim bozuklukları, zayıflama gibi genel bulgular ve kanda­ki şeker düzeyinde yükselme ya da düş­me gibi özel bulgular olabilir.
En önemli belirti ağrıdır. Ağrı kunt, sürekli ya da kolik tarzında, kimi za­man da akut ve aralıklı olabilir. Genel­likle yemeklerden 2-3 saat sonra ortaya çıkar. Her zaman, vücudun sol yarısına, sırta, sol omza doğru yayılırsa da, ilti­hap özellikle pankreas başındaysa daha çok sağa doğru yayılır.
Akut pankreatit ağrısı belde adeta bir kuşak halinde duyulabilir. Ağrının bir özelliği de yağ, et, süt, yumurta, peynir, kahve ve alkol alımından sonra ortaya çıkmasıdır.
Sindirim bozuklukları da kronik pankreas iltihabının saptanmasında önem taşa. İştahsızlık, yağlı besinlere karşı isteksizlik, ağızda paslı tat, ye­meklerden sonra midede ağırlık duygu­su, bulantı, kusma, midede yanma, gaz, kimi zaman kabızlık görülebilir.
Daha belirgin olgularda dışkıda sin­dirilmemiş proteinler ve yağlar vardır; ishal de görülür.
Tanı
Kesin tam laboratuvar İncelemeleri ve öteki tanı araçlarıyla konur. Pankreas salgısındaki bikarbonat ve enzimlerin incelenmesi, pankreas yetmezliği olup olmadığını gösterebilir. Bunun için pankreasın uygun maddelerle (sekretin ve pankreozimin) uyarılması ve oniki-parmakbağırsağına sokulan bir sonda aracılığıyla pankreas salgısının toplan­ması gerekir. Bundan sonra dışkıdaki yağ miktarı belirlenir. Pankreas yet­mezliğinde yağlar tam olarak sindirile-mez. Bunun sonucunda dışkıda özellik­le nötr yağlar bulunur. Laboratuvarda yapılan incelemelerde şeker toleransını ölçmek yararlıdır; hastaya şeker veril­dikten sonra kandaki şeker düzeyleri öl­çülür. Özellikle yaygın kronik pankreas iltihabında pankreasta insülin üreten Langerhans adacıklarının işlevi de bo­zulmuş olabilir. Buna bağlı olarak şeker metabolizması bozulur ve şeker hastalı­ğı ortaya çıkar. Karın boşluğunun rad­yolojik incelemesi, pankreasta kireçlen­miş bölgelerin ortaya konmasını sağlar. Mide ve onikiparmakbağırsağmın rad­yolojik incelemesi de yararlı olabilir. Uzmanlaşmış merkezlerde yapılan se-lektif arteriyografi ve retrograd Wir-sungrafi, kesin tanı konması açısından çok önemlidir.
Selektif arteriyografide bacak atar­damarına sokulan sonda pankreası besleyen atardamarların aorttan ayrıl­dığı yere kadar ilerletilir. Kontrast madde (x ışınlarını geçirmeyen sıvı) verildikten sonra bir dizi film çekilir. Filmlerde pankreasın kan dolaşımındaki bütün değişiklikler görülebilir. Wirsungrafide hastanın ağzından fiber optik bir endoskop sokulur. Endoskop yardımıyla pankreas kanalının deliği doğrudan görülür. Deliğe sokulan bir sondayla, arteriyografideki gibi, kont­rast madde verilir; bu sıvı Wirsung ka­nalını doldurur ve röntgen filminde görülür. Pankreas iltihabında iltihap ve dokulardaki hasar nedeniyle kimi bölgelerin genişlemiş, kimilerinin da­ralmış olmasından ötürü kanalın çapı düzensizdir.
Tam güvenilir sonuçlar vermediği için pankreas sintigrafisi artık kullanıl­mamaktadır. Yeni tam yöntemleri ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi­dir.
Tedavi
Tıbbi tedavide amaç, işlev göremeyen pankreasın dinlendirilmesidir. Yağlı be­sinler ve alkol yasaklanır. Pankreas sal­gısının eksikliği, .yemeklerde pankreas enzimlerinin verilmesiyle kapatılır. Bu arada vagus sinirinin ve onikiparmak-bağırsağına geçen asitli mide salgısının uyarıcı etkisine karşı antivagus ve anti-asit ilaçlar kullanılır.
Ağrı için gevşetici ilaçlar kullanıl­maktadır.
Kronik pankreas iltihabında görülen akut alevlenme dönemlerinde akut pankreas iltihabı tedavisi uygulanır. Tıbbi tedavi başarısız olursa, pankrea­sın zedeli bölgelerini cerrahi giri­şimle çıkarmak ve özellikle hastalığa neden olan mekanik nedenleri ortadan kaldırmak gereki

20 Eylül 2008 Cumartesi

Çocuk felci(polio)

ÇOCUK FELCİ (POLİOMYELİT, POLİO)

Çocuk felci, poliomyelit (poliomyelitis) veya polio isimleri ile bilinen hastalık; poliovirus adı verilen bir virüs tarafından meydana getirilir ve sinirler ve kaslar da dahil olmak üzere tüm vücudu etkileyebilir. Şiddetli hastalık durumunda sürekli felç veya ölüm meydana gelebilir. Polio bulaşıcı bir hastalıktır. Hastalık etkeni virüsün bulaşması hastalıklı kişiye doğrudan temasla, hastanın ağız ve burnundan çıkan sıvılarla veya hastalıklı kişinin virüs içeren dışkısı ile temasla olabilir. Virüs ağız veya burun yolu ile sağlam kişinin vücuduna girer, boğazda veya sindirim sisteminde yerleşerek çoğalır ve kan ve lenf (damarları) aracılığı ile vücuda yayılır. Hastalığın kuluçka süresi ortalama 7-14 gündür (5-35 gün arası).

Riskli Durumlar

- polio aşısının yapılmaması

- polio salgını olan bölgeye yolculuk yapmak

- hamilelik

- çok yaşlı veya bebek olmak

- ağız, burun veya boğazda yaralanma meydana gelmesi (diş tedavisi, bademciklerin alınması)

- virüsü aldıktan sonra bağışıklık sistemimizi bozacak anormal bir stres meydana gelmesi (duygusal veya fiziksel)

Çocuk felci dünya çapında görülen bir hastalıktır. Ancak aşılamaya yeterli özen gösteren ülkelerde nadiren gözlenir. Yaz ve sonbahar aylarında daha sık gözlenir. Kızlarda daha sık gibi görülmekle birlikte felçler erkek çocuklarda daha sık gözlenir. Salgınlar aşılamanın yapılmadığı bölgelerde gözlenir. 1840 ile 1950 li yıllar arasında poliomyelit dünya çapında salgınlara neden olmakta idi.

Korunma

Polio aşısı, yapıldığı insanların hemen hepsini hastalıktan korumaktadır. Koruma oranı %90 ın üzerindedir.

Ülkemizde bebeklerde 2, 3, 4 üncü aylarla 16-24 ay arasında ve ilkokul 1.inci sınıfta (yani toplam 5 defa) oral polio aşısı yapımaktadır (Aşı Takvimine bakınız).

Belirtiler

Polio mikrobu alındıktan sonra gelişebilecek hastalıklar 3 temel grupta incelenebilir: polio belirtileri oluşmayan hastalık, felce neden olmayan hastalık ve felç gelişen hastalık. Hastaların %95 inde polio belirtileri gelişmeyen hastalık meydana gelir ve fark edilmeden atlatılır. Diğer iki grupta merkezi sinir sistemini etkilenir. Polio belirtileri gelişmeyen hastalık atlatıldıktan sonra diğer grup hastalıklar ortaya çıkabilir.

(1) Polio belirtileri oluşmayan hastalık:

- aşağıdaki belirti olmayabilir veya belirtiler 72 saat ve altında ortadan kaybolur.

- hafif ateş

- başağrısı

- genel bir rahatsızlık hissi

- boğazda yanma

- boğazda kızarıklık

- kusma

(2) Felce Neden Olmayan Polio

- aşağıdaki şikayetler 1-2 hafta sürebilir

- orta dereceli ateş

- başağrısı

- boyun sertliği (ense sertliği)

- kusma

- ishal

- aşırı yorgunluk, halsizlik

- huzursuzluk

- sırt, kol, bacak, boyun ve karında ağrı ve sertleşme

- herhangi bir bölgede kas spzmları ve hassasiyet

- ense ağrısı (boyun ağrısı)

- ciltte kızarıklıklar

(3) Felç Gelişen Polio

- diğer belirtilerden 5-7 gün önce ateş görülür

- başağrısı

- sırt ve ense sertliği

- kas zayıflığı (simetrik değildir) gelişir ve felce doğru ilerler

- felç, omuriliğin tutulduğu yere göre değişiklik gösterir.

- bazı bölgelerde dokunma hissinde değişiklik

- dokunmakla bazı yerler ağrır/acır

- idrar yapma zorluğu

- kabızlık

- karında şişlik hissi

- yutma zorluğu

- kas ağrıları

- özellikle sırt ve boyunda kas spzmları ve kasılmaları

- ağızdan salya (sıvı) gelmesi

- solunum güçlüğü

- duygusal kontrol güçleşir

- Babinski refleksi pozitif hale geçer

Testler

Muayene ile beyin zarlarının etkilendiğine dair bulgular saptanabilir.

Boğaz çalkantı sularında, dışkıda ve beyin omurilik sıvısında (BOS) yapılacak analizlerle virüsün varlığı saptanabilir. BOS analizi normal olabilir veya basıncında, protein ve beyaz küre miktarında hafif artış saptanabilir.

Tedavi

Enfeksiyon geçirilirken, tedavinin amacı şikayetleri kontrol altında tutabilmektir.

Şiddetli hastalarda özel uygulamalar gerekebilir (solunum desteği gibi).

Şikayetlere ve şikayetlerin şiddetine göre tedavi yöntemi değişir, ancak amaç şikayetleirn giderilmesidir.

Aktivite sadece kas zayıflığı döneminde ve geçici olarak kısıtlanır. Kas ağrıları için ısı uygulanabilir. Kasların güçlendirilmesi amacı ile destek uygulamaları ve tedaviler denenebilir.

Sonuç

Beyin ve omuriliğin tutulmadığı durumlarda hastalıın tamamen düzelme olasılığı %90 ın üzerindedir.

Beyin veya omuriliğin tutulması acil bir durumdur ve felç veya ölümle sonuçlanabilir. Ölümler genelde solunum güçlüğünden meydana gelir.

Felç, ölümden daha sık olarak gözlenir.

Polio sonucunda; akciğer ödemi, şok, felç, aspirasyon pnömonisi (yutmaya bağlı gelişen zatüre ?) hipertansiyon, idrar yolu enfeksiyonları, böbrek taşları, paralitik ileus (barsak hareketlerinin ortadan kalkması), kalp kası iltihabı (myokardit) gelişebilir.

Kızıl

Tanım

Kızıl, çocuğun bütün derisinde özgün bir kırmızımsı-pembe döküntü oluşturan, oldukça yaygın bir çocukluk hastalığıdır. Boğaz ağrısına da yol açan streptokok bakterilerinden yol açtığı kızıl, kolayca tedavi edilen bir hastalıktır.

Nedenleri,Görülme sıklığı,Risk faktörleri

Kızıla yol açan bakteri, aynı zamanda bademcik iltihabına ve birçok boğaz ağrısına da yol açan streptokoklar grubundandır. Kızıl hastalığından sorumlu olan streptokok türü boğaz ve bademciklere yayılarak, çoğalır. Bakteriler çoğalmaları sırasında toksin üretirler ve bu toksin biriktikçe, kan dolaşımı aracılığıyla bütün bedeni etkilemeye başlar. Bakteriler öksürük ve hapşırmayla, ayrıca enfeksiyonu taşıyan insanlarla temasla bulaşabilir. Bedene girmelerinden sonra, kuluçka dönemi altı gün kadar sürer.

Belirtiler

En kötü biçimiyle kızıl, çocuğun ateşinin apansız çok fazla yükselmesiyle başlar; ayrıca çocuk kızarır, boğazı ağrır, bademcikleri şişerek kızarır ve beyaz bir zarla kaplanır. İkinci gün, yüzü kırmızı bir renk alır ve döküntü bedenin her yerine yayılır. Kabarık lekeler, deriye benekli bir görünüm verir.

Başlangıçta dil beyaz ve kaba tüylü bir görünümdedir; hastalık ilerledikçe kırmızı lekelerle kaplanmaya başlar ve kızıl hastalığının niteleyici görünümü olan “çilek dil” görünümünü alır. Çocuk kendini son derece kötü ve bitkin hisseder, iştahı son derece azalır. Ama döküntü soldukça, kendini daha iyi hissetmeye başlar. Derisi ve dili normale dönmeden önce, altı hafta kadar soyulur; bununla birlikte hastalığının başladığı günden bir hafta ya da on gün sonra iyileşir.

Tedavi

Tedavide genellikle streptokokları öldüren penisilin kullanılır. Hastalığın hafif geçtiği çocuklarda bile mikropların üreme şansı kalmaması ve çocuğun enfeksiyonu başkalarına bulaştırmaması için, birkaç gün süreyle penisilin tedavisi uygulanır. Hasta çocuk yatak dinlenmesine alınır; ateşi yüksekse, düşürmek için bedenin günde birkaç kez ılık suya batırılmış süngerle silinmesi gerekir. Terleme yoluyla yitirdikleri beden sıvılarını karşılamak ve su yitimine uğramalarını önlemek için bol sıvı içirilmelidir. Sulandırılmış meyve suları içtiği sürece, iştahsızlığı karşısında herhangi bir kaygıya kapılmaya neden yoktur.

Komplikasyonlar/Riskler

Kızıl genellikle, normal evrimini tamamlayarak hiçbir soruna yol açmadan kısa sürede iyileşir. Tedaviye hemen başlanılmaması, yani streptokokların çoğalarak yayılmalarına olanak verilmesi durumunda, ortaya çıkabilecek ikinci enfeksiyonlar arasında ortakulak iltihabı, bir çeşit böbrek iltihabı ve romatizma sayılabilir. Romatizma ve böbrek iltihabı ciddi hastalıklardır.

Kabakulak

İnsanlar genellikle hangi yaşlarda kabakulak hastalığına tutulurlar?
Altı aydan aşağı çocuklarda kabakulak olmaz; kırk yaşını geçkin kişilerde de nadiren rastlanılır, ileri yaştaki çok kişiler genç yaşlarında farkına varılmayacak ölçüde hafif bir kabakulak geçirmiş olabilirler.

Kabakulak geçirmemiş olan çocuklara hastalığa yakalanmaları için başka bir hasta çocukla temas kurdurulmalı mıdır?
Hayır. Eskiden komplikasyonları ciddi olabilecek, erginlikten sonra kabakulağa yakalanmamaları için beş ile on iki yaş arasındaki çocuklar hastalığı bu yaşlarda geçirmelerini temin için böyle bir çocukla temas kurulmaktaydı.
Ancak, yeni önleyici kabakulak aşısı geliştirildikten sonra, bu tavsiye artık yapılmamaktadır. Günümüzde kabakulak aşısı ile % 90'ın üstünde çocuklar hastalığa karşı bağışıklık kazanmaktadırlar.

Bütün çocuklara kabakulak aşısı yapılmalı mıdır?
Hayır. Yumurtaya alerjik olan çocuklara bu aşı yapılmamalıdır. Çünkü aşı tavuk ceninlerinde geliştirilmektedir ve bu gibi alerjik çocuklara yapılması çok ciddi komplikasyonlara neden olabilmektedir. Bu gibi çocuklar erginliğe erişmeden önce kabakulak olmaları için hasta çocuklarla temas ettirilmelidir.

Erginlik çağındaki kabakulak, çocuklukta olduğundan daha ciddi bir durum arz eder mi?
Evet. Çocukluk çağında aslında hafif bir hastalık olarak kabul edilmektedir.

Kabakulak hastalığında şişkinlik daima yüzün veya yanağın yanında mı olmaktadır?
Hayır. Genellikle şişkinlik kulak üstü tükürük bezleri civarında olmaktadır. Bu bezler kulağın önüne, altına ve arkasına uzamaktadırlar. Bazı hallerde kulak üstü tükürük bezlerine ilaveten, çene ve çene kemiği tükürük bezleri hastalanmış olup kulak üstü tükürük bezleri etkilenmemiştir. Bazen şişkinlik o ölçüde hafiftir ki, bunun farkına bile varılamaz. Bu durum, hastalıkların % 30 ile 60 arasındakilerde rastlanmaktadır. Çok kişiler vardır ki, hiç kabakulağa tutulmadıklarını sanırlar. Aslında bunlar; hafif tip kabakulak hastalığını geçirmişlerdir.

Kabakulakların şişkinliği ve verdiği ağrı için bir tedavi metodu var mıdır?
Şişkin olan kısmı tedavi etmek genellikle gerekli olmamaktadır. Eğer şişkinlik fazla rahatsızlığa neden olmaktaysa bir sıcak termofor kullanılabilmektedir.Bazı çocuklar ise soğuk kompreslerden daha çok yarar görmektedirler. Ağrıyı dindirmek için hastaya aspirin de verilmektedir.

Kabakulak tedavisinde antibiyotikler veya serumlar kullanılmakta mıdır?
Hayır.

Özel ağız sağlığı bu hastalığın tedavisinde gerekli midir?
Her zaman değil. Acı sıvılar ve yiyeceklerden kaçınılması gerekir. Bunlar tahriş edici olabilir. Çiğnemesi zor olan gıda maddelerinin de verilmemesi tavsiye edilir.

Kabakulak hastalığı olan bir kişiye özel bir diyet verilmeli midir?
Evet. Hastaya yumuşak, hafif, baharat bulunmayan, bol sulu yemeklerin verilmesi gereklidir.

Bu hastalığa tutulan çocuk ne zaman yataktan çıkabilir ve okuluna dönebilir?
Kabakulak hastalığı genellikle yedi ile on gün arası sürer. Nöbet ve bez şişkinlikleri geçtikten sonra çocuk yataktan çıkabilir ve yataktan kalktıktan iki gün sonra da okuluna yeniden devam edebilir.

Bir çocuk kabakulağa yakalanmışsa öteki aile fertlerine bulaşması önlenilebilir mi?
Zayıflatılmış kabakulak virüsleri ile yapılacak aşılar, hastalığa maruz kalmış olan kişileri bazı hallerde hastalığa karşı koruyabilecektir.
Bu serumlar hastalığa maruz kalanları hastalıktan koruyamazsa da hastalığın hafif geçmesini temin edebilecektir.

Kabakulak yüzün yalnız bir tarafında gelişmişse öteki taraf da ileri bir tarihte hastalığa maruz kalır mı?
Kabakulak ilk olarak yüzün bir tarafında başlayarak, iki veya üç gün sonra da öteki tarafı etkileyebilir. Vakaların yaklaşık yarısında hastalık yüzün bir tarafında kalmaktadır. Hastalık bir tarafta veya iki tarafta olsun, kabakulak geçiren bir hasta hayatı boyunca bu hastalığa karşı bağışıklık kazanmış olur.

Bu hastalığa yakalanmanın en uygun zamanı ne vakittir?
Erginliğe erişilmeden önce.

Kabakulaktan kızların yumurtalıklarında iltihaplaşma meydana gelebilir mi?
Bu çok nadiren olagelmekte ve ancak kız erginleştikten sonra geçirdiği kabakulak hastalığında mümkün görülmektedir.

Kabakulak Bir çocukta kısırlık meydana getirebilir mi?
Hayır. Kabakulağın kısırlığa' yol açması şüphesi fazlasıyla abartılmıştır. Testisteki iltihaplanma komplikasyonu, yalnız gelişmiş testiste meydana gelir ve bu, ancak çocuk erginleştikten sonra mümkündür; ufak çocuklarda değil.

Bir testisin etkilenmesi kısırlığa neden olabilir mi?
Hayır.

İki testis de etkilenmişse kısırlık meydana gelebilir mi?
Kesin olarak değil. Vakaların büyük çoğunluğunda hasta tamamen iyileşmektedir.

Kabakulak hastalığı erginlik çağında olmuşsa testislerden birinin etkilenme oranı nedir?
Vakaların yaklaşık % 20 ile 25'i arasında.

Erkeklik vasıfları ve normal cinsel ilişkileri, testis etkilenmesi ile bir değişikliğe uğrar mı?
Hayır. Erkeklik vasıfları kabakulaktan etkilenmemektedir. Erginler kabakulaktan gerektiğinden çok fazla endişe duymakta ve korkmaktadırlar.

Erginlerde olan kabakulak hastalıklarında testis komplikasyonlarını önlemek mümkün müdür?
Bunun için çeşitli ilaçlar ve hormonlar kullanılmışsa da, bu yolda hiçbir başarı elde edilememiştir. Hyperimmune ya da nükeha kabakulak serumu veya «gamma globulin» verilmesiyle de bu komplikasyon vakalarının iyileştirilemediği görülmüştür.

Kabakulağın başka muhtemel komplikasyonları hangileridir?
Bazı çocuklarda baş ağrısı, yüksek ateş, kusma ve kabakulak başladıktan sonra birkaç gün süren boyun tutulması meydana gelmektedir. Bunlar beyin örtülerinde ortaya çıkan hafif bir iltihaplanmadan ileri gelmektedir. Bu durum «meningoansefalit» olarak adlandırılmaktadır. Bu komplikasyonlar doktorunuzun tavsiye edeceği fazladan hafif tedavi metotlarını gerektirmektedir ve birkaç gün içerisinde iyileşerek hiçbir tali tesir bırakmaz.

Su çiçeği





Suçiçeği Hastalığının Tanımı

Suçiçeği ya da varisella, herhangi bir yaşta ortaya çıkabilirse de daha çok çocuklarda görülen bir bulaşıcı hastalıktır. Bu hastalığın tipik özellikleri ateşle seyretmesi ve deride ortaya çıkan kabartılardır. Suçiçeği adının da bu kabartıların birkaç saat içinde içi saydam sıvıyla dolu kesecikler haline gelmesiyle ilişkili olduğu söylenmektedir.


Başlıca Nedenleri

Bu hastalık özellikle on yaşın altındaki çocukları etkileyen salgınlar şeklinde ortaya çıkar. Varisella zoster virüsünden kaynaklanır ve olağanüstü bir bulaşıcılığa sahiptir. Her ne kadar bu hastalığı geçirmekle yaşam boyu bağışıklık kazanılırsa da, virüs uyku halinde bekleyip daha sonra yetişkinlik çağında kendini herpes zoster yani zona olarak gösterebilir.


Suçiçeğinin Çocukluk Çağındaki Belirtileri Nelerdir?

Enfeksiyondan sonra 14 ila 21 günlük bir kuluçka devresi vardır. Daha sonra çocuk ateşlenir ya da hafif bir titreme görülür veya kusma ile sırt ve bacaklarda ağrı gibi şikayetlerle kendini daha hasta hissedebilir. Hemen hemen aynı zamanda, sırt ve göğüste, bazen de alın çevresinde. Daha nadiren kol ve bacaklarda çok sayıda kırmızı ve kaşıntılı kabartı oluşur. Bu kabartılar birkaç saat içinde saydam bir sıvıyla dolu kesecikler haline gelir. Bu keseciklerin görülmesi birkaç gün devam eder ve ikinci günden itibaren içerikleri irine dönüşüp, bir iki gün içinde patlayabilir ya da kuruyup büzüşerek tepelerinde kahverengimsi kabuklar oluşur. Bu küçük kabuklar bir haftaya varmadan pullanarak dökülür ve iyileşme tamamlanır.


Hastanın Çevresindekilerden Tecrit Edilmesi Gerekli midir?

Hasta çocuk, döküntünün görülmesinden itibaren bir hafta süreyle ya da kesecikler kuruyuncaya değin, bu hastalığı geçirmemiş çocuklardan tecrit edilmelidir. Ancak, kabukların dökülmesini beklemeye gerek yoktur.


Hangi Yaşlarda Görülebilir? Belirgin Olarak Görüldüğü Dönemler Var mıdır?

Çoğunlukla; çocukluk çağında görülür. Kış ve ilkbaharın ilk ayları suçiçeğinin yaygın olarak görüldüğü aylardır.


Yetişkinler Daha Büyük Risk Altında mıdır?

Yetişkinler ve ergenlik çağındakiler çocuklara kıyasla daha ağır hastalık riski altındadırlar. Ağrı, ateşin süresi, kırıklık, kaşıntı gibi belirtiler daha şiddetli olur, döküntü daha geniş alana yayılır ve daha uzun sürede iyileşir ve hastalığın seyri daha uzun olur. Ayrıca, suçiçeği olan yetişkinler ve gençler için şiddetli komplikasyon riski daha yüksektir.
















Kızamık

Kızamık, "Rubeola"



Kızamığın etkeni bir virus olup Miksovirüs grubundandır. Hastalık kış ve ilk bahar aylarında görülür. Kızamık aşısının yaygın olarak uygulanmadığı toplumlarda 2 - 3 yıl aralıklarla salgına yol açabilir. Hastalık mikrobu, kızamıklı hastaların ağız - burun boşluklarında (nazofarenkste) taşınır. Hastalığın ilk belirtisinin görülmesinden itibaren 7 gün süre ile bulaşıcıdır. Kızamık mikrobu vücuda girdikten sonra üreyip, hastalık belirtilerinin ortaya çıkması için geçen zaman yaklaşık 10 - 12 gündür. Hastalık kendini ateş, konjuktivit, kuru ve inatçı öksürük, burun akıntısı ve ağız içinde lekeler ( Koplik lekeleri ), fotofobi ( ışığa bakamama ) ile kendini gösterir. Koplik lekeleri etrafı pembe - kırmızı bir halka ile çevrili, 1 mm. çapında mavimtrak - beyaz noktalardır ve alt azı dişleri hizasından başlayıp hızla ağız içi mukozasına yayılırlar. Koplik lekeleri, vücut döküntülerinden 2 gün önce belirir ve döküntünün 3. günü tamamen kaybolur.

Döküntü Dönemi
Kızamık döküntüleri tıbbi teriminoloji olarak makulopapülerdir. Yani, deriden hafif kabarık, kırmızı renkte, 1 cm den küçük çaplarda döküntülerdir. Döküntüler, saçlı deri çizgisinde, alın ve enseden başlar ve yüze, boyuna, kollara ve gövdeye yayılır. Döküntülerin en belirgin olduğu dönemde ateş en yüksektir. 3 gün sonra döküntüler, esmerimsi bir leke bırakarak ve deride pullanma yaparak solarlar.

Kızamığın Komplikasyonları
Kızamığın en önemli komplikasyonlarının başında akciğer iltihapları gelir, bunlarda bronşiolit ve bronkopnomonidir. Kızamığın ayrıca, orta kulak iltihabı, larenjit, ansefalit ( beyin iltihabı ) ve boyun bölgesindeki lenf bezlerinde büyüme - iltihaplanma gibi ciddi komplikasyonları vardır.

Korunma
En etkin korunma yöntemi 9 ve 15 aylıkken yapılan kızamık aşılaması ve 12 yaşında rapeldir. Ancak temastan sonra 1 - 2 gün içinde aşı, ya da bulaşmanın ilk 6 gününde gamma globulin tatbiki de koruyucu önlemler arasındadır.

MS hastalığı(Multipl skleroz)

Multipl skleroz nedir?

Genel bir deyişle Mulltipl Skleroz (MS); Özellikle genç erişkinlerde görülen, normal gelişimini tamamlamış olan miyelinin (sinirlerin etrafındaki kılıfın) yıkımı (Demiyelinizasyon) ile şekillenen, genellikle atak ve düzelmelerle bazen de ilerleyici bir seyir gösteren sebebi tam olarak belli olmayan santral sinir sisteminde dağınık lezyonların bulunduğu bir hastalıktır. Hastalık adını da lezyonların özelliklerinden almıştır. Yani santral sinir sisteminin birden çok yerinde lezyon olması (Multipl) ki bunlar beyin yarımküreleri , beyinsapı, serebellum (beyincik), ve omirilikte olabilir ve yıkılan miyelin kılıfının yerinde sert bir dokunun (Skleroz) gelişmesidir. Miyelin ,santral sinir sistemindeki sinir liflerini çevreleyip onları koruyan ve sinirlerin görevlerini yerine getirmelerini sağlayan bir kılıftır. Hastalıkta ortaya çıkan miyelin harabiyeti sonucu sinirler görevlerini tam yapamazlar ve etkilenen yere bağlı olarak klinik belirtiler (Semptomlar) ortaya çıkar.

MS’in nedeni nedir?

Özellikle son 10-15 yıl içinde klinik radyolojik ve immünolojik ve patolojik çalışmalardaki gelişmeler ve yeni tedavi girişimleri ile hastaların multidisipliner olarak daha sıkı ve yakından takiplerinin sonucunda hastalık daha çok tanınır ve anlaşılır hale gelmekle birlikte bugün için MS’in kesin nedeni ortaya konulamamıştır. Hastalığın kesin nedeni bilinememekle birlikte yapılan klinik ve deneysel çalışmalar ile epidemiyolojik veriler ışığında, hastalığa neden olabileceği veya hastalığın ortaya çıkmasını kolaylaştırabileceği düşünülen bazı sonuçlar elde edilmiştir. Bunlar arasında çevresel faktörler, iklim, yaşanan bölge, toprak, su, diyet, genetik yatkınlık ve enfeksiyonlar gibi durumlar imunolojik durum yaratarak hastalığın gelişmesinde etkili olabileceğini düşündürmüştür.

MS’un belirtileri nelerdir?

MS’in santral sinir sisteminin bir çok alanını etkilemesi kliniğe de yansımakta ve hastalarda birden çok belirtiye sebep olmaktadır. Hastalığın ilk atağında genellikle tek bir bulgu bulunmakla birlikte, birden fazlada bulgu da bulunabilmektedir. Ataklarda en sık görülen belirtiler, bir tarafta veya bir veya birden çok ekstremitede kuvvetsizlik, uyuşukluk gibi kuvvet kaybı veya duyu bozukluğu, bir gözde ağrılı görme kaybı veya bulanık görme, çift görme, yürüyüş bozukluğu(yalpalayarak yürüme), konuşma bozukluğu, dengesizlik, idrar yapmada zorluk veya idrar kaçırma, cinsel fonksiyon bozuklukları, yorgunluk gibi bulgular değişik sıklıkta görülebilmektedir. Egzersiz veya çok sıcak bir banyodan sonra veya sıcak havalarda uzun süre güneşlenmek yada infeksiyonlara bağlı vücut ısısının yükseldiği durumlarda mevcut nörolojik bulguların ağırlaşması MS’te görülen belirtilerdendir. Başın öne doğru ani eğilmesi ile kol ve bacaklarda ani bir iğnelenme ve elektriklenme şeklinde hissin ortaya çıkması MS’li hastalarda bulunabilen diğer bir belirtidir. Bunların dışında MS’te nadir olarak karşılaşılabilecek bulgular arasında lisan fonksiyonlarında bozukluk (Afazi), epileptik nöbet, psikiyatrik bozukluklar (Psikoz, affktif bozukluklar, depresyon), unutkanlık, konsantrasyon güçlüğü gibi belirtilerdir. Yukarıdaki belirtilerden bir veya daha fazlası birarada bulunabilir. Bazıları hastalığın başlangıç döneminde ortaya çıkar, bazıları ise geç dönemde ortaya çıkabilir. Fakat unutmamak gerekir ki bu belirti ve bulgular MS’e özgü olmayıp birçok nörolojik hastalıkta görülebilmektedir. Bu belirtileri olanlarda MS’i düşündürebilecek en önemli ip uçları şunlardır. Şikayetlerin genç yaşta (20-40 yaş) başlaması, beyinin değişik yerlerinin tutulduğuna ait birden çok belirtinin olması ve bu belirtilerin tekrarlayıcı nitelikte olması yani belirli bir süre devam edip tam yada tama yakın düzelmesi ve bir süre sonra aynı veya değişik bulguların tekrar başlamasıdır. Bir örnek vermek gerekirse 5 yıl önce bir gözde 15-20 gün kadar sürerek düzelen görme kaybı bulunan 20 yaşındaki bir hastada bundan 1 yıl sonra bir ay içinde düzelen dengesizlik, bir tarafında his kusuru, yalpalayarak yürüme ve konuşma bozukluğu yakınmasının bulunması ve son olarak idrar kaçırma, çift görme ve bir tarafında kuvvetsizlik gelişmesi ataklarla seyreden bir MS hastasına örnek olarak gösterilebilir.

Görüldüğü gibi MS’te birçok belirti ve bulgu bulunmakta ve hastalık değişik şekilde seyredebilmektedir. Fakat hastalık herkesi aynı şekil ve şiddete etkilemez. Belirtiler kişiden kişiye değişiklik gösterir. Hatta aynı kişide hastalığın seyri zaman içinde değişkenlik gösterir. Bazı hastalarda her atakta aynı şikayetler bulunurken bazılarında her atakta farklı belirtiler bulunabilir. Ataklarda ortaya çıkan bulgular bazen tam düzelirken bazen hafif şeklinde kalabilir veya hiç düzelme görülmeyebilir veya bir atakta bazı belirtiler tam düzelirken bazıları aynı şekilde kalabilir. Bazı hastalarda klinik belirtiler atak ve düzelmelerle seyrederken zaman içinde giderek ilerleyen bir seyir alabilir. Bazılarında ise başlangıçtan itibaren giderek kötüleşen ve hiç düzelme görülmeyen bir seyir gösterebilir.

Atak ne demektir?

Yukarıda belirtilen, şikayetlerinin bir yada birkaçının farklı zamanlarda aniden ortaya çıkarak genellikle daha uzun olmakla birlikte en az 24 saat sürmesi ve bunların 1 ay süreyle devam etmesidir. Bu genel tabirle birlikte ataklar günler veya haftalarca sürebileceği de unutulmamalıdır. Genellikle bir MS atağını oluşturan bulgu ve belirtilerin en az 24 saat sürmesi ve iki atak arasının en az 1 ay olması gerekmektedir.

Hastalığın nasıl seyredeceği ve atakların ne zaman çıkacağı, ne kadar süreceği ve nasıl sonuçlanacağı önceden tahmin edilebilinirmi?

Hastalığın nasıl seyredeceği önceden tahmin edilemez. Hastalığın büyük bir kısmı atak ve düzelmelerle gider ve bunlarında bir kısmında zaman içinde atak karakteri kaybolur ve ilerleyici bir seyir gösterirken, MS’lilerin yaklaşık %20’si başlangıçtan itibaren ilerleyici bir seyir gösterir. Çok az bir kısmında da (%1’den az) haftalar ve aylar içinde giderek kötüleşen ve sonucu genellikle iyi olmayan bir seyir de gösterebilir.

Atakların ne zaman çıkacağı da önceden tahmin edilemez. Bazen uzun yıllar hiç atak olmaz iken bazen birkaç ay içinde ataklar tekrarlayabilir.

Ataklarda ne gibi bulguların olacağı ve ne kadar süreceği ve bulguların ne kadarı düzeleceği ne kadarı sekel olarak kalacağı önceden tahmin edilemez.

Bir atak geçirdikten sonra , bundan sonraki hastalığın gidişatı ile ilgili doktorunuza soracağınız sorularda size verilen cevapların çoğu “bilmiyorum” tarzında olması doktorunuzun bilgisizliği veya yetersizliği olmayıp, hastalığın nasıl seyredeceğinin önceden öngörülememesinden kaynaklanmaktadır.

Hastalıktan korunmak için bir yöntem varmı ve atak gelmemesi için önlem alabilirmiyim?

MS’in sebebi tam olarak bilinmediğinden bu hastalıktan korunma veya atakların ortaya çıkmasını engelleyecek hasta tarafından alınacak bir tedbir şu an için bulunmamakla birlikte atakların ortaya çıkmasını kolaylaştıran ruhsal sorunlar, enfeksiyonlar, aşırı efor gerektirici işlerden sakınılmalıdır. Ayrıca yüksek ısı ve MS belirtilerinin şiddetlenmesi arasında bir ilişki görüldüğünden çok sıcak banyo, sıcak ortamlar ve hava koşullarından kaçınılmalıdır. Bununla birlikte bu öneriyi bulunduğumuz bazı hastalar yaz aylarında işlerine gidip gelirken ve normal günlük yaşantısında bile şemsiye kullandıkları görülmektedir. Bu kadar aşırı tedbirli davranmak günlük aktiviteleri sınırlamak gibi davranışların kişide ek bir stres yaratabileceği ve bunun bir faydasının da bulunmadığı unutulmamalıdır. Atakların ortaya çıkmasını azaltan ve doktorunuzun önerisiyle başlanabilecek bazı tedavi yöntemleri şu anda bulunmakta olup tedavi bölümünde anlatılacaktır.

Hastalık bulaşıcımıdır?

Hastalığın ortaya çıkmasında bazı enfeksiyon ajanları sorumlu tutulmuş ise de hastalık bir kişiden diğerine bulaşması söz konusu değildir.

MS genetik bir hastalıkmıdır?

MS kalıtsal bir hastalık olmamakla birlikte ailesinde MS bulunanlarda MS’in görülme sıklığı biraz daha fazladır. Yani genetik bir geçiş olmamakla birlikte bir genetik yatkınlık bulunmaktadır. Fakat ailesinde MS bulunanlarda mutlaka bir MS hastası görülecek diye bir kural da yoktur. Bu yatkınlık sadece görülme sıklığının daha fazla olması şeklindedir.

Özel bir beslenme gerektirir mi veya MS’lilere yararlı bir diyet varmı?

MS nedenleri arasında beslenme alışkanlıkları da suçlanmış ise de şu an için bunu doğrulayan bilimsel bir kanıt yoktur. MS’li hastalar için birçok diyet önerilmiş fakat bunların hiçbirinin uzun vadeli etkilerinin olduğu kanıtlanmamış olmakla birlikte hayvansal yağların azaltılması ve bitkisel yağlara ağırlık verilmesi tavsiye edilmektedir. Diyette en önemlisi vücut direncinin düşmemesi ve sağlıklı kalabilmek için iyi dengelenmiş diyet rejimleridir. Ayrıca aşırı kilo size ek bir yük olacağından hafif kuvvetsizlikler veya bazı nörolojik bulgularınızın sizin tarafınızdan daha yoğun hissedilmesini neden olacağından kilo almadan sakınmalısınız.

Hastalığın gidişatının iyi olabileceğini gösteren deliller varmıdır?

Daha önceden de söz edildiği gibi hastalığın nasıl seyredeceği önceden kestirilememekle birlikte hastanın kadın olması, ilk şikayetin genç yaşta başlaması, atağın duyusal şikayetlerle ortaya çıkması, atakların hafif şiddetli olması ve kısa sürmesi, atak aralarının uzun olması ve tama yakın düzelmesi iyi seyir lehine değerlendirilir.

MS tanısı nasıl konur?

MS tanısında en önemli yeri hastanın tıbbi geçmişi ve nörolojik bulgularını içeren hastanın nörolojik bakısıdır. Uygun nörolojik bulguları olanlarda destekleyici bazı laboratuar testleri ile tanı bir nörolog tarafından konur. Tek başına hiçbir test MS tanısını koymakta yeterli değildir. Tanıda kullanılan testler: Manyetik rezonans görüntüleme, Uyarılmış potansiyeller adı verilen göz, kulak ve ekstremitelerden yapılan ve sinir sisteminin belli bir uyarıya verdiği cevabı ölçen çalışmalar ve beyin omurilik suyu incelemesini içeren çalışmalardır. Bu testlerden elde edilen veriler ve hastanın nörolojik muayenesi ile tanı bir nöroloji hekimince kolaylıkla konur. Beyin omurilik suyu alınmasında bazı hastaların yanlış bilgileri bulunmaktadır. Sakat kalma, çocuk sahibi olamama, felç olma gibi bazı düşünceler halk arasında yaygın olarak bulunmaktadır. Eğer uygun ortam ve şartlarda yapılabiliyorsa belden yapılan bu işlemin hiçbir sakıncası bulunmamaktadır. Son yıllarda MRI’ın klinik kullanıma girmesiyle belden sıvı alma işlemi daha seyrek olarak müracaat edilmekle birlikte tanıda zorluk çekildiğinde bu işlem oldukça yararlı bilgiler sağladığından yapılması gerekmektedir.

Gebe kalıp çocuk sahibi olabilirmiyim?

Gebelikte kadınlarda hormonal bazı değişiklikleri olur. Bu değişiklikler hastalığın aktivitesini azaltır ve bir çok kadın gebelik sırasında hiç atak geçirmez. Fakat doğumdan sonraki ilk altı ayda yeni bir atak ortaya çıkma riski normal zamana göre daha fazladır. Bununla birlikte yapılan çalışmalarda, gebelik sonrası ortaya çıkan bu atakların uzun dönemde hastalığın seyrini değişikliğe uğratmadığını göstermiştir. Fakat şu da bilinmelidir ki, eğer gebelik sırasında ciddi bir atak olur ise, bu atağın tedavisinde uygulanan kortizon gebeliğin ayına göre değişmekle birlikte çocuk üzerinde bazı etkilerinin olabileceği de unutulmamalıdır.

Ayrıca günümüzde MS tedavisinde kullanılan İnterferonlar ve Copolimer-I’in gebelik üzerine etkisi bilinmediğinden eğer bu ilaçları kullanıyorsanız gebe kalmadan önce tedaviyi ara vermelisiniz.

Cinsel fonksiyonumdaki bozulma hastalığa bağlımıdır?

MS değişik zamanda değişik şekillerde cinsel yaşantıyı etkileyebilir. Bu hastalığın direkt etkisi olabileceği gibi psikojenik faktörlere de bağlı olabilir. Bu konuda sıkıntı yaşar iseniz mutlaka doktorunuzu söylemelisiniz. Çünkü sorununuzu belli düzeylerde çözecek bazı tedavi yöntemleri bulunmaktadır

MS’in tedavisi varmıdır?

Şu an için hastalığı kesin tedavi edecek bir tedavi yöntemi olmamakla birlikte hastalık tedavisi olmayan bir hastalıkta değildir. Özellikle son yıllardaki çalışmalar neticesi hastalığın seyrini kısmen de olsa değiştirebilecek tedavi girişimleri bulunmaktadır. MS’in klinik seyrinin her hastada değişiklik göstermesi nedeniyle bir hasta için uygun olan bir tedavi diğeri için uygun olmadığından tedavinizi, sizi takip eden hastalığınızın seyrini bilen bir doktor tarafından yapılması ve takip edilmesi önemlidir. Hastalığın değişik klinik tipleri olduğundan ve hastalık için henüz radikal bir tedavi yöntemi bulunmadığından günümüzdeki tedavi girişimleri hastalığın tipi ve klinik dönemlerine göre değişmektedir. Günümüzde uygulanan tedavi yöntemleri şu şekilde sıralanabilir.

I-Atak ve düzelmelerle seyreden hastalık tipinde iki tür tedavi girişimi bulunmaktadır

1-Atak dönemlerinde tedavi

2-Atakların sıklığını ve ciddiyetine azaltan tedavi

1-Atak tedavisi

Atak tedavisinde halk arasında kortizon olarak bilinen Kortikosteroitler uygulanmaktadır. Günümüzde bu amaçla yüksek doz damardan Metilprednizolon kullanılmaktadır. Bu ilaç 500-1000mg dozunda 3-10 gün süreyle kullanılmaktadır. Bazı yerlerde damardan ilaç bitiminde ağızdan kısa süreli yüksek dozda başlayarak giderek azaltılan kortizon tedavisi verilmektedir. Atakların şiddeti ve diğer bazı özellikleri tedavi eden hekimin tedavi seçimini etkilemektedir. İlacın günlük dozu, veriliş şekli ve süresi hastanın klinik durumu ve hekimine göre farklı olabilmektedir. Tedavi başlangıcında eğer doktorunuz tarafından sorulmadı ise, hipertansiyon, mide ülseri, şeker hastalığı gibi bir hastalığınız var ise mutlaka doktorunuza söylemelisiniz.

Her atakta mutlaka kortizon tedavisi gerekmeyebilir. Hastanın günlük yaşantısını bozmayan, hafif bulgularda mesela duyusal yakınmalar, bir tarafta hafif kuvvetsizlik gibi durumlarda tedavi gerekmez.

Kortizon tedavisi için illa hastanın klinikte yatması gerekmez. Eğer hastanın gelip gitmesinde sorun yok ise, hasta tedavi saatlerinde kliniğe gelerek ilacını uygulatıp evine gidebilir. Tedavi süresince vücudun su tutma ihtimaline karşı tuzsuz diyet uygulanmalıdır. Ayrıca aşırı yağlı ve tatlı gıdalardan kaçınılmalıdır. Tedavi bitiminden 2 gün sonra normal diyete dönülür.

Tedavi sırasında yüzde kızarıklık, başağrısı, halsizlik, uykusuzluk, sıkıntı, iştahta artma, ağızda metalik tat gibi genellikle tedavi bitiminde ortadan kalkan geçici yakınmalar olabilir. Bazen de tedavinin 1-2. günü nörolojik yakınmalarda bir artış durumu olabilir. Nadir olarak görülen bu durum geçici olup hastanın şikayetleri tedaviden sonra giderek düzelir. Nadir de olsa kortizon tedavisinin daha ciddi yan etki olarak kabul edilebilecek tansiyonda yükselme, mide ülseri, kan şekerinde yükselme, huzursuzluk, ruhsal ve davranış bozuklukları, kemik yoğunluğunda azalma(osteoporoz), katarakt, deride çatlaklar, şişmanlık, aydede yüzü, kas güçsüzlüğü gibi yan etkileri görülebilmekle birlikte bunlar genellikle kısa süreli damardan verilen kortizon tedavisinden ziyade uzun süreli ağızdan alınan kortizon tedavilerinde görülmektedir.

2-Atakların sıklığını ve ciddiyetine azaltan tedavi

MS’de hastalık aktivitesinin azaltılması ve hastalığın ilerlemesinin durdurulması veya geciktirilmesi için pek çok ilaç denenmiş ve halen denenmektedir. Bağışıklık sistemi üzerinde etkili ve kullanılması onaylanmış ve halen ülkemizde de bulunan bu ilaçlardan interferonlar ve glatiramer asetat hastalığı tedavi eden ajanlar olmamakla birlikte hastalığın seyri üzerinde kısmen etkili olması nedeniyle uygun hastalarda kullanılmaktadır. Bu ilaçları kısaca bakacak olursak:

İNTERFERONLAR

İnterferonlar aşağıdaki özellikleri taşıyan MS hastaları için uygundur.

-Atak ve düzelmelerle seyreden kesin MS tanısı almış hastalar.

-Son iki yıl içinde günlük yaşamı etkileyecek ve tedavi gerektirecek derecede ve bir tanesi son bir yıl içinde ortaya çıkmış en az iki atak geçiren hastalar. Bazı araştırmacılar tarafından hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için olabildiğince erken başlanması gerektiği ve ilk ataktan sonra başlanması uygun olacağı bildirilmekle birlikte hastalığın seyri konusunda net bir bilgi edinilmeden yani en az iki atak geçirmeden bu ilaçların başlanmaması genel kabul gören bir düşüncedir.

-Yürüyebilen, günlük işlerini kendi başına sürdürebilen yani ağır sakatlığı olmayan hastalar.

-18-50 yaş arasında olan hastalar.

İlaç aşağıdaki özelliği taşıyan hastalar için uygun değildir.

-Hastalığı primer progressif tipte olanlar

-Ağır sakatlığı olanlar

-Ağır karaciğer veya kan hastalığı olanlar

-Ağır depresyon veya psikotik reaksiyon tanısı almış olanlar

-Gebe veya gebelik düşünen kadınlar

-Emziren kadınlar

-Kontrol altına alınamamış epilepsisi olanlar

Bu ilaçları kullanırken hiç unutulmaması gereken konu, bu ilaçların hastalığı kesin olarak tedavi eden veya mevcut şikayetleri düzeltecek bir tedavi yöntemi olmadığı ve ilaç kullanırken bazı yan etkilerin ortaya çıkabileceğidir. Bu ilaçlar kullanılırken tekrar bir atak geçirilebileceği ve mevcut şikayetlerin devam edeceği hasta tarafından bilinmelidir. Bu ilaçların en önemli etkisi atakların sayı ve şiddetini azaltma yönündedir.

İnterferonların en sık karşılaşılan yan etkileri:

-Grip benzeri rahatsızlıklar: Hastaların bir çoğunda görülen ve genellikle tedavinin ilk 3 ayı içinde giderek azalan ve kaybolan ateş, titreme, baş ve adale ağrısı ve yorgunluk ile seyreden grip benzeri semptomlar en sık rastlanan yan etkilerdendir. Bu semptomların ağırlık derecesi hastadan hastaya değişmekte olup bazısında hafif ve ilaç alımıyla düzelirken bazısında yatmayı gerektirecek kadar ağır olabilmektedir. Bu semptomları hafifletmek için ilaç alışma dönemi olarak ilk 4-5 dozu yarım dozda yapmak, semptomların akşam istirahat dönemine gelmesi için ilacı akşam yatmadan önce yapmak ve ilaç öncesi paresetemol veya ibuprofen içeren ilaçlardan bir doz almak gibi önlemler ilk aylarda görülen bu yan etkileri azaltmaktadır.

-Enjeksiyon yerinde enflamasyon ve deri nekrozu: Sık karşılaşılan diğer bir yan etkide cilt reaksiyonlarıdır. Tedavinin başlangıç aşamasında çoğu hastada enjeksiyon yerinde ağrı, kızarıklık, zaman zaman sertleşme görülmektedir. Orta ve şiddetli derecedeki olan bu reaksiyonlarda İboprofen tablet veya %1lik hidrokortizon içeren pomatların olay bölgesine sürülmesiyle belirgin bir iyileşme sağlanabilmektedir. Yaklaşık %5 olguda da deri nekrozu görülebilmektedir. Deri nekrozu gelişmesinde risk faktörü olarak hatalı enjeksiyon yapma, steril olmayan iğneler kullanma, ilacın fazla soğuk olması ve aynı yere tekrarlayan enjeksiyon yapmak ve enjeksiyon yerinin güneş ışığına maruz kalmasıdır. Cilt nekrozu gelişmemesi için yukarıda bildirilen risk faktörlerine dikkat etmelisiniz ve eğer cilt nekrozu gelişir ise mutlaka doktorunuza müracaat etmelisiniz.

-İlaç uygulaması sırasında görülebilen diğer yan etkiler şunlardır: korku, konsantrasyon bozukluğu, intihar düşünceleri, ağır depresyon reaksiyonu, menstruasyon düzensizlikleri, kas sertleşmesi (Spastisite), kan testlerinde bozukluktur.

İlaç tedavisine başladığınızda ilk 3 ay ayda bir mutlaka doktorunuza kontrole gelip ortaya çıkan yan etkileri anlatmalısınız. Ayrıca bu dönem içinde doktorunuz tarafından ayda bir gerektiğinde daha sık kan testleri yapılacağından kontrollere aç karnına gelmeniz gerekmektedir.

GLATİRAMER ASETAT(COPOLİMER-L)

MS’da kullanılan ve atakların sayısında azaltma yapan diğer bir ilaçta glatiramer asetattır. Bu ilaç her gün cilt altına uygulanır. Atakları azaltmadaki etkinliği interferonlar gibidir. Yan etkileri de benzerdir.

II-Giderek ilerleyen hastalık tipinde tedavi.

Kronik progresif ve primer progresif hastalıklarda çok değişik ilaçlar denenmiş fakat hastalığı durdurabilecek halen bir ilaç olmamakla birlikte bu tür hastalara değişik tedaviler uygulanmaktadır. Tedavinin seçiminde hastanın durumu, hastalığın şiddeti ve diğer hastalıkları göz önüne alınarak takip eden doktorunuz tarafından karar verilecektir.

III-Semptomatik tedavi:

Hastalık sırasında ortaya çıkan idrar kaçırma,cinsel fonksiyon bozuklukları, tremor, uykusuzluk, spastisite, depresyon gibi şikayetleri gidermeye, günlük yaşantınızı düzeltme ve yakınmaları azaltmaya yönelik bu tedaviler MS’te önemli bir yeri tutmaktadır.

Pnömotoraks

Pnömotoraks (Akciğerin sönmesi)

Göğüs boşluğunun sağ ve sol tarafında yer alan akciğerler, biri göğüs duvarının iç yüzeyini örten diğeri ise akciğerlerin dış yüzeyini kaplayan çok ince 2 kılıfla sarılmışlardır. Akciğer zarı yada plevra adı verilen bu 2 kılıf arasında normalde hava bulunmaz ve bu alandaki basınç negatif değerlerdedir. Akciğer dokusu normalde aynı bir balon gibi büzülme ve sönme eğiliminde olmasına rağmen plevra boşluğundaki bu negatif basınç sayesinde şişkin kalmakta ve nefes alma sırasında solunum kasları ile göğüs boşluğu daha fazla genişletildiğinde içeriye bir miktar hava girmekte, nefes verme ile alınan hava dışarı atılmaktadır. Ancak en zorlu nefes verme sonunda bile akciğerlerde belirli bir miktar hava daima kalmaktadır yani akciğer tamamen sönmemektedir. Akciğeri çevreleyen ve aslında gerçek bir boşluk olmayan bu sanal boşlukta çok az miktarda kaygan bir sıvı bulunur ve bu sayede soluk alıp verme esnasında akciğerler hareket edebilir.

Göğüs duvarı yaralanmalarında olduğu gibi dışarıdan veya akciğer hastalıklarına bağlı olarak akciğer dokusunun yırtılması sonucu içeriden plevra boşluğuna hava girmesi halinde bu boşluktaki basınç negatif değerlerden nötr yada pozitif değerlere yükselir ki bu durumda akciğer kendisini açık tutacak bir güç kalmadığından aynı bir balon gibi söner. Pnömotoraks adı verilen bu durumda sönen akciğer kısmen yada tamamen solunum işlevini yerine getiremez hale gelir.

Yukarıdaki tanımdan da anlaşılacağı gibi pnömotoraks başlıca 2 grupta sınıflandırılır. Travmatik pnömotoraksta göğüs duvarını delerek plevra boşluğuna hava girmesine neden olan bir yaralanma söz konusu iken, spontan (kendiliğinden) pnömotoraksta ise akciğer dokusunun yırtılması ile havayollarımızdan plevra boşluğuna kaçak olması tabloya neden olmaktadır. Spontan pnömotoraks bazen KOAH, akciğer tüberkülozu, astım, akciğer kanseri, bronşektazi, akciğer absesi gibi altta yatan hastalığının akciğer dokusunda yaptığı tahribat ve yırtılma sonucunda bazen de hiçbir akciğer hastalığı olmayan sağlıklı bireylerde ortaya çıkabilir.

Pnömotoraksın belirti ve bulguları nelerdir ?

Altta yatan hiçbir hastalığı olmayan sağlıklı bireylerde meydana gelen pnömotoraks istirahat halinde yada egzersiz sırasında ortaya çıkabilir. Bu hastaların solunum kapasileri normal olduğundan genellikle çok ciddi belirtiler ortaya çıkmaz ve hasta bu nedenle bazen hekime başvurmakta gecikebilir. Ancak bunun tersine olarak altta yatan akciğer hastalığı nedeniyle solunum kapasiteleri zaten sınırlı olan hastalarda ortaya çıkan pnömotoraks ise daha gürültülü bir klinik tabloya neden olur ve çoğu kez hastayı hemen acil servise başvurmaya zorlar.

Pnömotoraksın ana belirtileri ani başlayan göğüs ağrısı ve nefes darlığıdır. Bu belirtilerin şiddeti hastadan hastaya değişebilir. Önceden KOAH, astım gibi obstrüktif havayolu hastalığı olanlarda zaten varolan nefes darlığı pnömotoraks sonrası şiddetlenebilir ve hastada siyanoz, solunum yetersizliği gibi ciddi, hayatı tehtid eden klinik tablolar ortaya çıkabilir.

Tanı

Ani göğüs ağrısı ve nefes darlığı yakınması ile hekime başvuran hastanın fizik muayenesinde pnömotoraks olan tarafta solunum sesleri azalmış yada kaybolmuştur. Hastada tablonun ciddiyetine göre taşikardi, solunum sayısında artma, siyanoz gibi bulgular saptanabilir. Kesin tanı akciğer grafisinde hasta taraf akciğerinin söndüğünün görülmesi ile konulur. Akciğer grafisinde ayrıca altta yatan akciğer hastalığına ait bulgularda saptanır.Akciğer grafisinde pnömotoraksa neden olacak bir hastalık görülmüyorsa bilgisayarlı tomografi ile daha detaylı bir inceleme yapılması gerekir.

.
Tedavi

1. İstirahat ve Oksijen tedavisi : Sağlıklı bireylerde görülen akciğerin kısmen söndüğü (<10%)pnömotoraks>

2. Basit aspirasyon : 15% ten daha fazla alanı kaplayan ve altta yatan akciğer hastalığı olmayan pnömotoraks olgularında bu yöntem uygulanabilir. Lokal anestezi yapıldıktan sonra göğüs duvarından ince bir iğne ile plevra boşluşuna girilerek buradaki hava aspire edilir (geri çekilir). kontrol grafisinde pnömotoraks düzeldi ise başka bir tedaviye gerek kalmaz.

3. Göğüs tüpü ile drenaj : Altta yatan bir akciğer hastalığına bağlı olarak gelişmiş pnömotorakslarda ve travmatik pnömotorakslarda ilk aşamada uygulanacak tedavi yöntemidir. Ayrıca 15% ten daha fazla alanı kaplayan veya baştaki diğer 2 yöntemin uygulanmasına rağmen başarı sağlanamayan altta yatan akciğer hastalığı olmayan spontan pnömotoraks olgularında uygulanması gereken diğer tedavi seçeneğidir. Bu yöntemde lokal anestezi sonrası göğüs duvarından plevra boşluğuna plastik steril bir tüp sokulur ve bu tüpün açıkta kalan ucu dışarı hava çıkmasına yani havanın drene edilmesine izin verecek ancak dışarıdan içeri hava girmesine izin vermeyecek kapalı bir sisteme bağlanır. Bu sayede plevra boşluğundaki hava kısa sürede boşaltılarak akciğerin yeniden açılması sağlanır.

.

4. Cerrahi girişim: Göğüs tüpü takılmasına rağmen düzelmeyen yada tekrarlayan pnömotorakslarda artık cerrahi yöntemlerin uygulanmasına gerek vardır. Cerrahi yöntemde ameliyathane koşulları ve genel anestezi altında göğüs boşluğuna girilerek akciğer veya göğüs duvarında hava kaçağına neden olan yırtıklar tamir edilir.

18 Eylül 2008 Perşembe

Plörezi

Plörezi (Akciğer zarında sıvı birikmesi)

Biri akciğerin dış yüzünü diğeri ise göğüs duvarının iç yüzünü saran 2 akciğer zarı (plevra) arasında kalan potansiyel boşlukta sıvı birikmesi olarak tanımlanan plörezi, birçok akciğer ve akciğer dışı hastalığa bağlı olarak ortaya çıkar. Normalde bu 2 plevra yaprağı arasında kayganlığı sağlayacak çok küçük miktarda sıvı mevcuttur. Bu sıvı akciğerin dış zarından salınır ve esas olarak akciğerin dış yüzünü örten iç zardan geri emilir. Yani plevra boşluğunda sürekli bir sıvı hareketi olmakla beraber salınan ve geri emilen sıvı denge halinde olduğundan sıvı miktarı yaklaşık 20 mililitre(ml) düzeyinde sabit kalmaktadır. Birçok akciğer ve akciğer dışı hastalığa bağlı olarak salınan sıvı miktarında artma ya da geri emilimde bir blokaj meydana geldiğinde, bu denge bozularak plevra boşluğunda sıvı miktarı artar ve plörezi adı verilen klinik tablo ortaya çıkar.

Plöreziye neden olan akciğer hastalıkları

Verem, akciğer ve akciğer zarı kanseri, zatürre, pulmoner emboli, sarkoidoz, akciğer absesi gibi birçok akciğer hastalığı sıklıkla plöreziye neden olmaktadır. Ülkemizdeki gibi verem sıklığının yüksek olduğu bölge ve ülkelerde, plörezinin başlıca nedeni verem hastalığıdır. Verem hastalığı nedeniyle ortaya çıkan plöreziler her yaş grubunda görülmekle birlikte daha çok genç erişkinlerde karşımıza çıkar. Verem kontrolünde başarılı olmuş ülkelerde ve ileri yaş grubundaki hastalarda, plevrada sıvı birikimine yol açan başlıca hastalık akciğer kanseridir. Akciğer kanserinde kanser dokusunun doğrudan komşuluk yoluyla plevrayı istila etmesi ya da kan dolaşımına kaçan kanser hücrelerinin kan yoluyla plevraya yerleşmesi neticesinde ortaya çıkan plevral hastalık sıvı birikimine neden olmaktadır. Yine bakteri ve virüslere bağlı ortaya çıkan pnömoni hastalığında plörezi bir komplikasyon olarak gelişebilir. Ülkemizde olduğu gibi asbest ve doğada bulunan bazı minerallerle temasın yüksek olduğu bölgelerde, bu maddelere bağlı olarak gelişen akciğer zarı kanseri de (bkz:mezotelyoma) çoğunlukla plevra boşluğunda sıvı birikmesine yol açmaktadır.

Plöreziye neden olan akciğer dışı hastalıklar

+ Kalp yetersizliği,
+ Böbrek yetersizliği, üremi,
+ Karın zarında batın içerisindeki hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkan sıvının diyaframdan plevra boşluğuna kaçması,
+ Troid hastalıkları,
+ Akciğer dışı kanserlerin plevra ve akciğere metastazları (meme, over Ca gibi),
+ Yemek borusu kanserlerinin plevraya yayılması,
+ Lenfomalarda göğüs içi lenf bezlerine ya da doğrudan plevraya yayılma,
+ Kardiak by-pass operasyonları sonrası,
+ Kalp enfarktüsü sonrası,
+ Yemek borusunda yırtılma olması,
+ Karaciğer sirozu,
+ Romatoid artrit, Sistemik Lupus eritematosus gibi konnektif doku hastalıkları,
+ Ailevi akdeniz ateşi,
+ Bazı ilaçların kullanılması,
+ Göğüse radyoterapi uygulanması,

gibi birçok hastalık ve durumda plevra boşluğunda sıvı birikimi yani plörezi görülebilir.

Plörezinin belirti ve bulguları

Plöreziye neden olan akciğer ya da akciğer dışı hastalığa ait belirtilerin dışında göğsün yan kısmında hissedilen batıcı tarzda ağrı, toplanan sıvının miktarına bağlı olarak değişen şiddette nefes darlığı en sık rastlanılan belirtilerdir. Ağrı bazı hastalarda omuz veya karında hissedilebilir. Sıvının ilk toplanmaya başladığı dönemlerde hastalar derin nefes alma esnasında, hasta tarafta bir gıcırtı sesi hissedebilirler. Bu ses 2 plevra yaprağının birbirine sürtünmesiyle oluşur ki hastaların muayenesi sırasında hekim tarafından da duyulabilir. Sıvı toplanmasına ait bu belirtilerin dışında altta yatan hastalığa ait şikayetlerin sorgulanması ayırıcı tanı yönünden önemli olabilir. Yüksek ateş, üşüme ve titreme ile başlayan hastalık tablosu daha çok akciğere ait bir enfeksiyon ve bunun komplikasyonu olarak gelişmiş plöreziyi düşündürürken, akciğer tüberkülozlu bir hasta ile teması olan ve iştahsızlık, kilo kaybı, gece terlemeleri, öksürük gibi yakınmaları olan hastada plevra zarının tüberküloz hastalığı akla gelmelidir.

Plörezide tanısal yaklaşımlar

1. Görüntüleme yöntemleri

Yukarıdaki yakınmalarla hekime başvuran hastada ayrıntılı bir anamnez sonrası yapılan muayenede, sıvı toplanan tarafta solunum seslerinde azalma ya da kaybolma saptanması ile plöreziden kuşkulanılır. İlk tanısal tetkik genellikle standart akciğer grafisinin çekilmesidir. Akciğer grafisinde birçok olguda sıvının oluşturduğu gölge görülebilmekle beraber minimal sıvı birikiminde akciğer grafisinde bulgu olmayabilir. Eğer hekim yine de plöreziden şüpheleniyorsa göğüs ultrasonografisi isteyerek az miktardaki sıvıyı saptayabilir. Gerek görülen olgularda bilgisayarlı tomografik tetkikle sıvının özellikleri ve akciğer dokusu hakkında daha detaylı bilgi edinilir.

Akciğer grafisi veya bilgisayarlı tomografide plevra boşluğunda toplanan sıvının yanısıra sıvıya neden olan esas akciğer hastalığına (örneğin akciğer kanseri, verem vs.) ilişkin bulgular saptanabilir.

2. Torasentez

Torasentez bir enjektör yardımı ile göğüs duvarından plevra boşluğuna girilerek bu alanda biriken sıvının alınması işlemidir. Plörezide 2 amaçla torasentez yapılır. Hastada nefes darlığına neden olmayan az miktarda sıvı birikimi söz konusu olduğunda tanıya yönelik tahlillerin yapılması amacıyla gerçekleştirilen torasentez, gerektiğinde sıvıyı boşaltarak hastanın nefes darlığının giderilmesine yönelik olarak da uygulanır.

Torasentezle elde edilen sıvının birçok özelliği sıvı birikimine neden olan asıl hastalığın ortaya konulmasında yol göstericidir. Bazen enjektöre çekilen sıvının görünümü bile daha hiçbir laboratuar yöntemine başvurmadan tanı koydurucu olabilir. Örneğin elde edilen bu sıvı sarı-yeşil iltihap görünümünde ve kötü kokulu ise hastada plevranın enfeksiyonu olan ampiyem tanısı konulabilir ve daha diğer tetkikler devam ederken antibiyotik tedavisi başlanılır. Bakteriyoloji laboratuarına gönderilen sıvıda bakteri varlığı araştırılırken biyokimyasal incelemede sıvının içerdiği protein, LDH (laktik dehidrogenaz enzimi), Ph gibi özellikleri değerlendirilir. Ayrıca patoloji laboratuarına gönderilen sıvıda kanser hücresi olup olmadığı incelenir.

3. Kapalı plevra biyopsisi

Yukarıda tanımlanan yöntemlerle plöreziye neden olan hastalığın tanısına ulaşılamayan hastalarda atılacak 3. adım kapalı plevra biyopsisidir. Kapalı plevra biyopsisi lokal anestezi ile göğüs duvarından plevra boşluğuna özel bir iğne ile girilmesini takiben akciğer zarından parça alınmasıdır. Alınan plevra parçaları patoloji ve bakteriyoloji laboratuarlarına gönderilerek incelenir. Bakteriyoloji laboratuarında kültür çalışmaları ile dokuda verem mikrobunun varlığı saptanırsa bu aşamada tanıya ulaşılır. Ayrıca patoloji laboratuarında incelenen plevra dokusunda kanser ve diğer hastalıklara ilişkin bulguların varlığı halinde yine kesin tanı elde edilir. Plevra dokusunun tüm göğüs iç duvarını örttüğü düşünüldüğünde tek bir noktadan iğne ile alınan biyopsinin bizi her zaman kesin sonuca götüremeyeceği aşikardır. Kapalı plevra biyopsisi ile tanı konulamayan olgularda, hastalığın özelliklerine göre torakoskopi veya açık plevra biyopsisi yapılmalıdır.

4. Açık plevra biyopsisi ve Torakoskopi

Açık plevra biyopsisi genel anestezi altında göğüs duvarının küçük bir kesi ile açılıp doğrudan plevradan parça alınması anlamına gelmektedir. Torakoskopik yöntemlerin gelişmesi ile günümüzde sınırlı sayıda olguda uygulanmaktadır.

Bugün için yaygın olarak uygulanan yöntem olan torakoskopide yine genel anestezi altında göğüs duvarından açılan küçük bir delikten endoskop ile plevra boşluğuna girilerek ve cihaza bir de kamera ilave edilerek tüm plevra boşluğu görülebilir hale getirilir. Bu görüntülü yöntem sayesinde, hasta olan bölgeden biyopsi alınmasıyla olguların çok büyük bir kısmında kesin tanıya ulaşılır.

Tüm bu yöntemlerin elde mevcut olmasına rağmen çok az sayıda plörezi olgusunda plevrada sıvı birikimine neden olan hastalığın tanısına ulaşılamamaktadır. Bu tür olgularda hastanın uzun süre ile takibi gerekir.

Tedavi

Plörezide sıvı birikimine neden olan hastalığa yönelik olarak cerrahi veya tıbbi tedavi uygulanır.

Sarkoidoz

Sarkoidoz

Sarkoidoz ya da sarkoidozis, tüm doku ve organları tutabilen ve nedeni tam olarak bilinmeyen, sistemik granülomatöz bir hastalıktır (granülom: makrofaj, lenfosit, dev hücreler gibi bağışıklık sistemimizle ilgili hücrelerin oluşturduğu nodül). Hastalık tüm doku ve organlarda görülebilmekle beraber en sık akciğer ve göğüs içindeki lenf bezleri tutulur ve aynı anda birçok organda birden ortaya çıkabilir.

Hastalığın nedeni tam olarak ortaya konulmamış olmakla birlikte uzun süreli ve düşük yoğunluktaki antijenik bir uyarının bağışıklık sistemini harekete geçirerek granülomaları oluşturduğu bilinmektedir. Bakteri, virüs ve parazit gibi enfeksiyöz ajanlar ya da berilyum, zirkonyum, çam ağacı polenleri gibi nonenfeksiyöz ajanların bu immünolojik süreci başalatabileceği ileri sürülmektedir.

Hastalık belirtileri nelerdir ?

Genç ve orta yaş grubunda daha sık görülen bu hastalıkta tanı koydurucu hiçbir semptom ve bulgu yoktur ve hastanın şikayetleri tutulan organa göre değişiklik gösterebilir. Birçok hastada hiçbir semptom görülmez ve tanı tesadüfen çekilen akciğer grafisi ile konulur. Hastaların yaklaşık % 25-30'unda halsizlik, iştahsızlık, ateş gibi genel hastalık belirtileri mevcutur. Bazı hastalarda ateş, eklem ağrıları, yorgunluk, halsizlik, bacakların ön yüzünde sert ağrılı kırmızımsı mor renkli nodüllerin ortaya çıkması ile hastalık akut bir şekilde başlayabilir. Akciğer tutulumu olan olgularda öksürük, nefes darlığı, göğüs ağrısı, hırıltılı solunum, nadiren kan tükürme gibi semptomlar vardır.Bazen boyun, koltukaltı ya da başka bir bölgede büyümüş lenf bezleri muayene esnasında tespit edilebilir. Hastalık akciğer dışında sıklıkla gözlerde de görülür ve göz tutulumu varlığında gözlerde kızarıklık, bulanık görme, ışıktan rahatsız olma gibi belirtiler olabilir. Cilt tutulumu varlığında ise cilt üzerinde değişik karakterde kabarık lezyonlar saptanır. Nadiren beyin tutulumu olan olgularda baş ağrısı, baş dönmesi, görme bozuklukları ortaya çıkabilir. Sarkoidoz hastalarında böbrek taşı oluşma riski normal bireylere göre daha fazladır ve taş varlığında buna ait idrar yakınmaları ve bel ağrıları ortaya çıkar.

Sarkoidozda tanısal yaklaşım

Hastaların bir kısmında muayene bulgusu olmamakla birlikte cilt tutulumu olan olgularda deri üzerindeki kabarık lezyonlar ilk muayene esnasında fark edilebilir. Hastalığın akut başlangıçlı formunda yüksek ateş, eklem ağrıları, halsizlik, çabuk yorulma gibi şikayetlerin yanısıra cilt tutulumunun özel bir formu olan eritema nodozum, sarkoidozu hemen akla getirir. Eritema nodozum bacakların ön yüzünde ve genellikle dizden daha aşağıda ağrılı kırmızımsı-mor kabarık nodüller şeklinde tanımlanır. Sarkoidoz dışında akciğer tüberkülozunda da görülebilir.

Sarkoidoz tanısı için ilk adım genellikle standart akciğer grafisi çekilmesidir. Akciğer grafisinde iki taraflı lenf bezlerinde büyüme ve/veya akciğer dokusunun hastalığına ait gölgeler saptanabilir. Akciğer grafisinde görülen değişikliklere göre sarkoidoz hastalığı 4 evreye ayrılmaktadır. Evre 0 hastalıkta akciğer grafisi normaldir. Evre I,II ve III hastalıkta ise sırasıyla iki taraflı akciğer lenf bezlerinde büyüme (Bilateral hiler adenopati), iki taraflı akciğer lenf bezlerinde büyüme ile beraber akciğer dokusunda hastalık bulguları ve akciğer dokusunda ilerlemiş hastalık bulguları saptanır. Akciğer grafisinde sarkoidozu düşündürür değişikliklerin görülmesini takiben hastadan kan tetkikleri ve bunun yanısıra göz muayenesi, bilgisayarlı akciğer tomografisi, idrar tetkikleri, solunum fonksiyon testleri istenilir. Kan biyokimyasının incelenmesinde bazı hastalarda kalsiyum miktarında artma olduğu saptanır. Yine karaciğer tutulumu olan hastalarda karaciğer enzimleri yükselmiştir. Akciğer grafisi ve akciğer bilgisayarlı tomografisinde akciğer dokusunda hastalığa ait gölgeler saptanan hastalarda solunum fonksiyon testlerinde azalma saptanır. Radyolojik yöntemler ve diğer laboratuar yöntemleri ile sarkoidoz düşünülen hastalarda kesin tanı için biyopsi gerekir. Biyopsi materyali bronkoskopik yöntemlerle ya da hastada boyun veya koltuk altında büyümüş lenf bezlerinden, ciltte yer alan nodüllerden, akciğer dışı tutulan bir başka organdan (karaciğer, adele, dudak mukozası vb) elde edilebilir. Bazı hastalarda ise göğüs içindeki lenf bezlerine ulaşarak buradan biyopsi almak için genel anestezi altında mediastinoskopi yapılır. Mediastinoskopide, hasta uyutulduktan sonra boynun alt ve göğsün üst kısmından yapılan küçük bir cilt kesisini takiben, endoskop buradan içeri doğru yani göğüs boşluğuna sokulur. Bu sayede göğsün orta kesiminde ve ana soluk borusunun (trakea) her iki tarafında bulunan lenf bezleri görüntülü olarak incelenerek biyopsi alınır. Elde edilen doku parçalarının patoloji laboratuarında incelenmesi ile kesin tanıya ulaşılır.

Sarkoidozda klinik seyir ve tedavi

Tanı anındaki klinik tablo ile hastalığın seyri arasında çok yakın bir ilişki vardır.Ateş, eklem ağrıları, eritema nodozum gibi hızlı ortaya çıkan belirtilerle seyreden akut başlangıçlı hastalık genellikle kısa süre sonra kendiliğinden gerileyerek iyileşirken, daha sinsi başlangıçlı hastalık kronikleşme eğilimindedir. Akciğer grafisine göre evre 0 ve evre I hastalarda eğer diğer organlarda tutulum yoksa tedaviye gerek yoktur. Bu hastalar takibe alınırlar. Akciğer dokusunda hastalık olan ve öksürük, nefes darlığı gibi şikayetlere sahip hastalarda ve göz, böbrek, beyin, yaygın cilt, kalp tutulumu olan olgularda tedavi gerekir. Hastaların çok büyük bir kısmı kendiliğinden ya da uygulanan tedavi ile iyileşir. Ancak hastalığın tedavi sonrası nüks etme olasılığı daima mevcuttur. Nüks durumunda hasta yeniden değerlendirilerek tekrar tedaviye alınır.

Bronşektazi

Bronşektazi

bronş Bronşektazi, 2 mm'den geniş çaplı bronşların duvar harabiyeti nedeniyle kalıcı genişlemesi olarak tanımlanmaktadır.1950 yılında Reid, bronşektaziyi radyolojik görünümleri ve otopsi bulgularına göre 3 sınıfa ayırmıştır ve bu sınıflama hala geçerliliğini korumaktadır.

Silendirik bronşektazi : Bronş enine kesit çapı artmıştır yani bronş basitçe genişlemiştir.
Variköz bronşektazi : Bronşların aynı bacaklarda görülen varisli damarlar gibi hem genişlemiş hemde duvarları düzensiz hale gelmiştir.
Kistik bronşektazi : Bronşlar yapısal özelliklerini tümüyle kaybederek balon gibi yuvarlak kistik yapılar haline gelmiştir.

Birçok hastada ise bu tiplerden 2 ya da 3'ü akciğerin değişik alanlarında bir arada bulunurlar.

Bronşektaziye yol açan nedenler nelerdir?

Bronşektazi olgularının büyük çoğunluğunda akciğer enfeksiyonları hastalığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle çocukluk çağı enfeksiyonlarından boğmaca ve kızamık iyi tedavi edilmediğinde bronşlarda genişlemelere neden olur. Tüm dünyada olduğu gibi Ülkemizde de kızamık ve boğmaca aşısının kitlesel olarak uygulanması ile bronşektazi sıklığı eskiye göre önemli ölçüde azalmıştır. Çocukluk çağı enfeksiyonlarının yanısıra diğer mikroplara bağlı olarak gelişen zatürre, tüberküloz gibi akciğer enfeksiyonları da iyi tedavi edilmediklerinde ya da tedavileri geç kaldığında bronşektaziye neden olmaktadırlar.

Enfeksiyon hastalıkları dışında bronşlarda daralma veya tıkanmaya neden olan her türlü hastalık, tıkanan bölümde yine enfeksiyona yol açarak bronşektazi gelişimine zemin hazırlamaktadır. Örneğin çocuklarda yabancı cisimlerin soluk borusuna kaçırılması, çocuk ve erişkinlerde iyi ya da kötü huylu tümörler, tüberküloz hastalığı bronşlarda tıkanmaya yol açarak hastalığın ortaya çıkmasına neden olurlar.

Enfeksiyon ve bronş tıkanması dışında bronşektazi daha az oranda da doğumsal bir hastalık olarak görülebilir.

Bronşektazi hastalığının belirti ve bulguları nelerdir?

Şiddeti ve miktarı hastalığın yaygınlığı ve tipine göre değişmekle birlikte öksürük ve balgam çıkarma en sık görülen semptomlardır. Genişlemiş ve yapısal özelliklerini kaybetmiş bronşlar akciğerin savunma sistemini zayıflatarak sık sık enfeksiyonlara neden olurlar. Enfeksiyon dönemlerinde ateş, balgam miktarında artma, balgamın iltihaplı sarı-yeşil görünüm kazanması, kötü kokulu soluk ve kan tükürme gibi belirtiler ortaya çıkar. Önlem alınmadığı taktirde sürekli tekrarlayan enfeksiyonlar akciğerlerdeki harabiyeti arttırarak hastalığın ilerlemesine neden olabilir. Yaygın hastalığı olanlarda nefes darlığı, siyanoz, kilo kaybı, böbrek fonksiyonlarında bozulma ve kansızlık görülebilir.







Hastalığın tanısı

Genellikle öksürük, balgam çıkarma, kan tükürme, sık akciğer enfeksiyonu geçirme yakınmaları ile hekime başvuran hastalarda daha ilk muayenede hekimi bronşektazi kuşkusuna götüren muayene bulguları olabilir. Yaygın bronşektazisi olan hastalarda parmaklarda çomaklaşma görülebilir. Fizik muayenenin ardından çekilen akciğer grafisi bazı hastalarda hiç bir bulgu vermez. Bronşektazinin kesin tanısı ince kesit bilgisayarlı tomografi ile konulur ve tomografi bulgularına göre hastalığın tedavisi planlanır. Ayrıca bronşektazi tanısı konulan olgularda lokal bir hastalık söz konusu ise ilgili bronşta tıkanmaya neden olan bir hastalığın olup olmadığını araştırmak amacıyla bronkoskopi yapılmalıdır.

Tedavi

Bilgisayarlı tomografide bronşektazik değişimlerin her iki akciğerde yaygın olarak görüldüğü olgularda medikal tedavi ve pulmoner rehabilitasyon uygulanır. Medikal tedaviye alınan hastalarda enfeksiyon ataklarının olduğu dönemlerde antibiyotikler mutlaka kullanılmalıdır. Bunun dışında balgamı sulandırıcı ve rahat balgam çıkarılmasını sağlayan ekspektoran şuruplar, kanama varlığında istirahat ve kanamaya yönelik tedaviler uygulanmalıdır. Ciddi kanaması olan ve hastalık yaygınlığı nedeniyle cerrahi girişim düşünülmeyen olgularda kanamanın durdurulmasına yönelik olarak bronşial arter embolizasyonu gibi radyolojik girişimsel tedavi yöntemleri uygulanır. Bu yöntemde bilgisayarlı tomografi cihazı rehberliğinde kanayan bronşun atardamarına bir kateter ile girilerek buraya atardamarın tıkanmasına neden olan bir madde enjekte edilir.

Belirli bir bölgede lokalize bronşektazide ise ciddi ve hayatı tehtid eden kanama, sürekli bol miktarda balgam çıkarma, sık tekrarlayan enfeksiyonlar söz konusu ise yani hastanın hayati tehlikesi varsa ya da yaşam kalitesi bozulmuş ise cerrahi girişim uygulanır. Ancak fazla yakınmaya neden olmayan lokal bronşektazilerde, yaygın bronşektazide olduğu gibi medikal tedavi yöntemleri tercih edilebilir.

Cerrahi girişim uygulanmayan bronşektazi olgularında enfeksiyon ataklarından korunmak için grip ve zatürre aşıları hekime danışılarak yapılmalıdır. Ayrıca medikal tedavi uygulanan hastalara genişlemiş bronşlar içersinde biriken balgamın çıkartılabilmesi için pulmoner rehabilitasyon ve postüral drenaj teknikleri hastalara öğretilmelidir.

15 Eylül 2008 Pazartesi

Katarakt

Katarakt denince normalde şeffaf olan lensin, matlaşmaya başlayarak gözün önünde görme netliğini bozan bir sis perdesinin oluşması anlaşılmaktadır. Sis perdesi zamanla daha da yoğunlaşarak görmeyi önemli ölçü


Gözün AnatomisiBazı yayın organları tarafından "katarakt'ta mucize ilaç" gibi sansasyonel haberlerle, kataraktı önlediği ya da durdurduğunu iddia eden ilaçlar piyasaya sürülmektedir. Bilmelisiniz ki lenste oluşan matlaşmayı herhangi bir ilaç ne durdurabilir ne de oluşmuş olan matlaşmayı iyileştirebilir. Kısaca "Katarakta karşı göz damlalarından hiçbir şey beklemeyin"

Bugüne kadar bu konuda en etkili tedavi yöntemi, ağrısız, sızısız, başarı oranı yüksek ve emniyetli bir yöntem olan, matlaşarak görme netliğini bozan lensin ameliyatıdır.

Katarakt Ne Zaman Ameliyat Edilmelidir?

Görme yeteneğiniz, günlük yaşantınızı olumsuz etkilemeye başladı ise ameliyat için en uygun zamandır. Bu konuda kararı ameliyat olacak kişi verir, ancak eğer araba kullanıyorsanız, doktorunuzun ameliyat önereceği tarih sizin ameliyat için planladığınız tarihten önce olacaktır.
Katarakt nedeni ile yapılan ameliyatlarda komplikasyon oranı çok düşüktür. % 90 hasta, eğer başka bir hastalık söz konusu değilse görme yeteneği ve netliğini çok belirgin bir şekilde yeniden kazanır.
Eskiden, matlaşmış olan lens ameliyatla çıkartılır, hastaya görme kusurunun düzeltilmesi için de yüksek numaralı gözlük veya kontakt lens verilirdi. Bugün ise "İntraoküler Lens İmplantasyonu" ameliyatları başarı ile yapılmaktadır. Bu ameliyatlar da; bugün çok sıklıkla uygulanmıyan veya sadece bazı zorunlu hallerde uygulanan

  • "İntrakapsuler- Extraksiyon "
veya çok yaygın olarak yapılan
  • " Extrakapsüler-Extraksiyon"
olmak üzere iki ayrı yöntemle yapılmaktadır. Ekstrakapsüler -Extraksiyonda matlaşmış olan lensin kapsülü, kesilerek içersindeki saydamlığını kaybetmiş lens materyeli çıkartılır kapsül içersine yapay lens yerleştirilir. İntrakapsüler-Ekstraksiyonda ise lens tamamen, kapsülü ile çıkartılır. Yerine yine yapay lens konur ama bundaki teknik daha farklıdır. Bu yöntem çok yaşlı olan hastalarda lens kapsülü açılarak yapay lens yerleştirilmesinde sorun olabileceği, örneğin kapsülün yırtılma riski varsa tercih edilmektedir.
İntraoküler Lensler Herkese Uygulanabilir mi?

Ülkemizde bu konuda sağlıklı istatistik olmayıp mesela Almanya da yılda 150.000-180.000 kişi ameliyat edilmektedir. Bunların büyük çoğunluğunda intraoküler lens uygulanmakta ve mükemmel sonuç alınmaktadır. Ancak bazı özel durumlarda göz hekiminiz bu yöntemi önermiyecektir. Örneğin Diabet yüksek miyopi ve bazı ağır seyreden göz hastalıkları gibi.
Ameliyat Öncesi Hazırlık

Katarakt cerrahisinden sonra hastaya gözlüksüz rahat bir hayat sağlamak ve hastayı mümkün olan en iyi görmeye ulaştırmak amacı ile göz içi lensinin ultrasonik ölçümü yapılır. Bunun için ameliyat öncesinde operasyonda kullanılacak olan göz içi lensinin gücü, doğru bir biçimde hesaplanmalıdır.
Ameliyat bölgesel uygulanan anestezi ile yapıldığı için, genel anestezi ile yapılan ameliyatlarda olduğu gibi bir hazırlık söz konusu değildir ancak tabii ki rutin olarak yapılması gereken muayene ve tetkikler ameliyat öncesi mutlaka yapılmalıdır. Hasta ameliyattan 1 saat kadar önce bir sakinleştirici alır. Bölgesel anestezi uygulandığı için hasta her hangi bir ağrı hissetmez. Ameliyattan sonra yoğun bir yatak istirahati gerekli değildir ancak hasta sakinleştirici aldığı için ilacın etkisi tamamiyle geçmeden yalnız başına hareket etmemelidir. Eğer hasta ameliyat sonrası damla ve pomadlarını evde kendi imkanları ile kullanabilir durumda ise 4-5 günlük hastane yatışından sonra taburcu edilir. Bu konuda doktorunuzun karar vermesi daha uygun olur. Komplikasyonlardan kaçınmanız için, uzun bir zaman aşağıdaki önerilere mutlaka uyunuz.

  • Hiçbir şekilde ameliyat olduğunuz taraf gözünüzü ovuşturmayın ve baskı uygulamayın. Unutmayın ki gözünüzün eski mukavemetini kazanması için 6 ila 9 aylık bir zaman gerekmektedir. Ameliyat sırasında konulan dikişler baskı uygulaması ve ovuşturma ile patlayabilir.
  • Başlangıçta geceleri bir göz bandını koruyucu olarak kullanabilirsiniz. Ameliyat olduğunuz taraf gözünüzün üzerine yatmayınız.
  • Ameliyatlı gözün su ve sabun ile temas etmemelidir. Bu nedenle ilk üç hafta saçınızı kendiniz yıkamayın, başınızı arkaya bükülmüş olarak başkasına yıkatıp kurulatın.
  • Ameliyattan bir hafta sonra okuyabilirsiniz. Televizyonu aşırıya kaçmamak üzere seyredebilirsiniz.
  • Eğer dışarı çıkacaksanız, rüzgarlı ve güneşli havalarda koruyucu gözlük ve göz bandajı kullanın.
  • Ağır bedeni hareketlerden kaçının, ağır yük kaldırmayın ve taşımayın. Eğer muhakkak eğilecekseniz, başınızı ve vücudunuzu öne eğerek değil, dizlerinizi bükerek eğilin.
  • Yüzme,dalma ve diğer su sporlarını ne zamandan itibaren tekrar yapabileceğinizi göz doktorunuza danışın.
  • Doktorunuzun, görme yeteneğinizi yeniden yeteri kadar kazandığınızı ve trafik kurallarına uygun olarak hareket edeceğinize dair onayı olduğu zaman, yeniden araba kullanmaya başlayabilirsiniz.
  • En önemlisi ve sonuncusu da ameliyat sonrası doktorunuzun tavsiye ettiği ilaçları zamanında kullanmanız ve kontrollara zamanında gitmenizdir.
Ameliyattan Sonra Ne değişecek?

Ameliyat olduğunuzun ertesi günü görmenizde belirgin bir düzelme olduğunu fark edeceksiniz. Ancak bazı nedenlerden dolayı görme netliği son halini almış değildir. Uzak görme ve okuma için doktorunuz numarası düşük bir gözlük önerecektir. Ancak ameliyat sonrası hafif irritasyon bulguları düzelinceye kadar görme yeteneğinizin en son halini alması için sabırlı olmalısınız.